Adil Yargılanma Hakkının İhlali Nedir? (2025 Rehberi)

Adil yargılanma hakkının ihlali, kişilerin bağımsız ve tarafsız bir mahkemede, makul sürede, adil ve açık bir şekilde yargılanma haklarının engellenmesi durumudur. Bu hak, temel insan haklarından biri olup, hem ulusal hem de uluslararası hukukta güvence altına alınmıştır.

Bu yazımızda adil yargılanma hakkının ihlali nedir, hangi durumlarda gerçekleşir ve ihlal halinde neler yapılabilir konularını detaylıca ele alacağız.

İçindekiler İçin Tıklayınız;

İçindekiler

1) Adil Yargılanma Hakkı Nedir?

Adil yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ile korunan temel bir haktır. Bu hak kapsamında herkes, davasının;

  • Bağımsız,
  • Tarafsız,
  • Tarafların eşit olduğu,
  • Kamuya açık bir yargılamada,
  • Makul süre içerisinde karara bağlanmasını talep edebilir.

2) Adil Yargılanma Hakkının Güvenceleri Nelerdir? Temel Hak ve Özgürlüklerin İhlaline Dair Emsal Anayasa Mahkemesi Kararlarıyla Birlikte İnceleme

2.1) Mahkemeye Erişim Hakkı

2.1.1) HAGB Kararından Sonra Gerekçeli Kararın Tebliğ Edilmemesi

Mahkemeye erişim hakkı, sadece ilk derece mahkemesine dava açmayı değil, iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurmayı da kapsar. Karar gerekçesi açıklanmazsa, kişi kanun yoluna başvurma hakkını gerektiği gibi kullanamayacak ve mahkeme de sağlıklı bir inceleme yapamayacaktır. HAGB kararının tefhiminden sonra gerekçeli karar başvurucuya tebliğ edilmeden dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı ihlali oluşturabilir.

İlgili Kararlar

♦ (Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017)  
♦ (Özgür Şakir Beller, B. No: 2019/22043, 15/6/2022)
♦ (Abdulğafur Akcan, B. No: 2021/1730, 4/7/2022)  

2.1.2) Mahkemenin Hatası veya Özensizliği Nedeniyle Kanun Yolu Başvuru Süresini Kaçırma

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığın mahkeme önüne taşınmasını ve etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep etmeyi içerir. Bu hak, ilk derece mahkemesinde dava açmanın yanı sıra, itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânını da kapsar. Mahkemeye erişimi zorlaştıran uygulamalar, bu hakkın ihlaline yol açabilir. Ancak dava açma ve başvuru için belirlenen süre ve şekil koşulları hukuki belirlilik ilkesine uygun olduğu sürece mahkemeye erişim hakkına aykırı sayılmaz. Öngörülen koşulların yanlış uygulanması ise erişim hakkının ihlaline neden olabilir.

Yargısal başvurularda usule uygun dilekçe sunan kişilerin mahkeme içindeki aksamalardan sorumlu tutulması, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Kanun yoluna başvurmak isteyen kişiler için, mahkemelerce uygulama birliği sağlanmaması belirsizlik yaratmakta ve yanıltıcı olabilmektedir. Özellikle temyiz başvurularında, temyiz sebeplerinin belirtilmemesi nedeniyle başvurunun reddi, mahkemeye erişim hakkına ciddi bir müdahale teşkil eder. Bu tür müdahalelerden kaçınılması için mahkemeler, başvurucuya gerekli bilgilendirmeleri yaparak bu müdahaleleri dengeleyebilir.

İlgili Kararlar
♦ (Ergin Demir, B. No: 2019/28641, 19/10/2022)  
♦ (Hüseyin Volkan Kurt [GK], B. No: 2019/42687, 8/3/2023) 
♦ (Fevzi Arslan, B. No: 2021/25150, 31/10/2024)  

2.1.3) Mahkemeye Erişim Hakkına Müdahalenin Kanuni Dayanağının Bulunmaması

Anayasa’nın 36. maddesi, hak arama özgürlüğüne herhangi bir sınırlama getirilmediğini belirtse de, bu hakkın mutlak olmadığını ve sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Anayasa Mahkemesi, diğer hak ve özgürlüklerle devlete yüklenen görevlerin, sınırlandırma gerekçesi olabileceğini kabul etmektedir. Mahkemeye erişim hakkının sınırlanabilmesi için, bu sınırlamanın kanuna dayalı, hakkın özünü zedelemeyen, meşru bir amaca hizmet eden ve ölçülü olması gerekmektedir.

Kanunlar, bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecek derecede açık ve öngörülebilir olmalıdır. Bu bağlamda, kanunun varlığı kadar, metni ve uygulaması da hukuki belirlilik sağlamalıdır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirir.

Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve müdahalelerin kanuni dayanağını derece mahkemeleri belirler. Ancak, derece mahkemelerinin yorumları, kanunun açık lafzı ile çelişiyorsa ya da bireyler tarafından öngörülemeyecek bir şekilde yorumlanmışsa, mahkemeye erişim hakkına müdahalenin kanuni dayanağı olmadığı sonucuna varılabilir.

İlgili Kararlar
♦ (Özgür Solak, B. No: 2018/24539, 20/12/2022)
♦ (İsmail Eken, B. No: 2019/6433, 19/7/2023)
♦ (Mehmet Öztürk, B. No: 2021/7355, 24/1/2024)

2.1.4) AİHM Kararına Rağmen Yargılamanın Yenilenmemesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ihlalin ancak yeniden yargılama ile giderilebileceğine karar vermişken, yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi ve dosya üzerinden karar verilmesi, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmamasına yol açabilir. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen Geçici Madde 2 ile, 4/2/2003 tarihinden itibaren AİHM’de derdest olup ceza hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlali nedeniyle verilen ve 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinin 2. fıkrası nedeniyle yargılamanın yenilenemediği kararlar için yenileme yolu açılmıştır. Bu durumda, yargılamanın yenilenmesi talepleri reddedilirken, yeterli gerekçe gösterilmezse, Anayasa Mahkemesi başvurunun niteliğine uygun olarak hak ihlali sonucuna ulaşabilir.

İlgili Kararlar

♦ (Laleş Çeliker, B. No: 2013/8413, 21/4/2016)
♦ (Şehmus Yıldız ve Muhyedin Sevinç, B. No: 2014/4954, 8/6/2016)
♦ (Mehmet Dursun ve diğerleri, B. No: 2014/2196, 14/9/2017)

2.2) Mahkeme Hakkı/Karar Hakkı

Uyuşmazlığın Esasına Yönelik Talebin Mahkeme Tarafından Karşılanmaması

Adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan karar hakkı, mahkemeye başvuran kişinin uyuşmazlığının bir sonuca bağlanmasını sağlar. Bu hak, sadece şekli olarak bir karar alınmasını değil, aynı zamanda uyuşmazlığın esasına yönelik taleplerin de değerlendirilip sonuçlandırılmasını gerektirir. Mahkemeler, bireylerin yargısal koruma taleplerine yanıt vererek davayı karara bağlamakla yükümlüdür. Adil yargılanma hakkı, yargı sürecinin adil şekilde yürütülmesini sağlamak için usul güvenceleri sunar. Karar verilmemesi, karar hakkının ihlali anlamına gelir.

İlgili Kararlar

♦ (Abbas Demiroğlu, B. No: 2018/31300, 7/4/2021)

2.3) Gerekçeli Karar Hakkı

2.3.1) Karar Sonucunu Değiştirebilecek Nitelikteki Esaslı bir İddianın Karşılanmaması

Gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkının unsurlarından biridir ve mahkeme kararlarının dayanaklarını açıklamayı amaçlar. Bu hak, tarafların ileri sürdükleri iddiaların mahkeme tarafından uygun şekilde incelenip değerlendirilmesini sağlar. Gerekçeli karar, tarafların iddialarının neden sonuç değiştirebileceğini anlaması için önemlidir. Özellikle ceza davalarında sanığın beraat etmesi veya ceza alması gibi sonuçları etkileyebilecek iddiaların mahkemece dikkate alınması zorunludur. İddialara yeterli yanıt verilmemesi, gerekçeli karar hakkını ihlal edebilir. Mahkemelerin, davanın sonucuna etkili iddialara makul gerekçelerle cevap vermesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar
♦ (Ersin Ulaş, B. No: 2021/3397, 10/7/2024) 
♦ (Müslüm Güneş, B. No: 2021/33789, 17/9/2024) 
♦ (Azize Acar, B. No: 2022/29458, 31/10/2024)  

2.3.2) İlgisiz/Yetersiz Gerekçe

Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay ve argümanları açıklama yükümlülüğüdür, ancak bu açıklamanın detaylı olması şart değildir. Tarafların haklılık durumunu anlayabilmesi için, mahkemenin davaya ilişkin kararını verirken dikkate aldığı ya da almadığı hususları net bir şekilde ortaya koyan, açık ve kuşkusuz bir gerekçe bulunması gerekmektedir. Mahkeme, davanın sonucuna etkili iddialara yeterli ve ilgili yanıtlar vermezse, bu durum hak ihlali oluşturabilir.

İlgili Kararlar
♦ (Yunus Usluer, B. No: 2018/38137, 10/5/2022) 

♦ (Raziye Akçay, B. No: 2019/1665, 28/6/2022) 
♦ (Adalet Sertan Ayhan, B. No: 2019/7218, 5/9/2023)  

2.4) Silahların Eşitliği İlkesi / Çelişmeli Yargılama İlkesi

2.4.1) Delillere Erişim İmkânının Tanınması

Silahların eşitliği ilkesi, yargılama sürecinde taraflar arasında hak ve yükümlülüklerin tam eşit olmasını gerektirir ve bu eşitlik, yargılama süresince devam etmelidir. Yargılama sürecinde, delil sunma, iddia ve karşı iddia gibi işlemler de bu ilkeye uygun olarak yapılmalıdır. Ceza yargılamasında, sanığın aleyhine hukuki durum yaratılmamalıdır. Suçlamaların dayanağı olan delillere savunmanın etkili bir şekilde erişip inceleyebilmesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde, savunma işlevini yerine getiremez. Örneğin dijital delillerin uzman kişilerce incelenmesi, suçların sübutu ve sanığın suçla ilgisinin belirlenmesinde kritik öneme sahiptir.

İlgili Kararlar

♦ (Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015)

2.4.2) Delillerin Gerçekliğine ve Güvenilirliğine Yönelik İtirazların İleri Sürülmesine Fırsat Verilmesi

Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava dosyasına ilişkin bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkı tanır, bu da tarafların yargılamaya aktif katılımını gerektirir. Mahkeme tarafından tarafların dinlenmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılamanın hakkaniyete aykırı olmasına yol açabilir. Ceza davalarında, sanığın dosyaya sunulan delil ve görüşlerden haberdar edilmesi ve bunlara karşı etkili bir şekilde karşı çıkabilmesi sağlanmalıdır.

Çelişmeli yargılamanın amacı, delillerin sadece dosyaya girmesini sağlamak değil, mahkeme tarafından dikkate alınarak bir sonuca ulaşmasını temin etmektir. Sanığın aleyhindeki deliller, çelişmeli bir usulle mahkemeye sunulmalı ve tanıkların yanı sıra diğer deliller de tartışılmalıdır. Böylelikle taraflar, delilin güvenirliği ve davaya etkisi üzerine itirazlarını dile getirebilirler.

İlgili Kararlar
♦ (Cezair Akgül, B. No: 2014/10634, 26/10/2016)
♦ (Murat Ergan, B. No: 2020/2395, 1/2/2023) 
♦ (Alptekin Dibekoğlu, B. No: 2021/50114, 18/9/2024)  

2.4.3) Tarafların Delil Taleplerinin Reddi veya Sunulan Delillerin Değerlendirilmemesi

Silahların eşitliği ilkesi, tarafların usule ilişkin haklar bakımından eşit koşullara tabi tutulmasını ve hiçbir tarafın diğerine göre daha zayıf duruma düşürülmeden iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkemeye sunma fırsatı bulmasını ifade eder. Bu ilke, her iki tarafa da savunmalarının dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını gerektirir.

Hakkaniyetli bir yargılama için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri doğrultusunda, taraflara iddialarını sunmak için uygun olanaklar sağlanmalı, delillerini sunma ve inceletme konusunda eşit fırsatlar verilmelidir. Mahkemeye, delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi verilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, bu konuda bir değerlendirme yapmaz; görev, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygunluk olup olmadığını denetlemekle sınırlıdır.

Bu denetim sırasında, delillere ilişkin iddia ve savunma makamları arasındaki dengesizlikler yargılamanın bütünü göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Özellikle sanığın erişim imkânı bulunmayan deliller söz konusu olduğunda, yargı makamları, sanığa bu delillerin aksini ortaya koyma hususunda makul imkânlar sunmalıdır.

İlgili Kararlar
♦ (Levent Şit, B. No: 2020/35795, 16/5/2024) 
♦ (Eşref Bingöl, B. No: 2021/10332, 18/7/2024)
♦ (Yetimler Tarım Ürünleri İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2021/20122, 2/10/2024)   

2.4.5) Delil Toplanması Taleplerinin Karşılanması

Yargılama makamları, tarafların ileri sürdüğü iddiaları ve gösterdiği delilleri titizlikle incelemekle yükümlüdür. Mahkemelerin, delilleri değerlendirme ve tanıkları dinleme, keşif yapma gibi işlemlerle ilgili karar verme yetkisi genellikle yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Ancak, mahkeme, mahkûmiyet kararına dayanak gösterdiği olguları belirlerken yalnızca müşteki beyanları ve iddia makamının sunduğu delilleri dikkate alırken, sanığın aksini kanıtlamak için sunduğu tanıkları dinlememesi ve diğer delilleri toplamaması, savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı bir duruma düşmesine neden olur. Bu durum, silahların eşitliği ilkesinin ihlali anlamına gelir.

İlgili Kararlar

♦ (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015)
 (Ahmet Zeki Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015)
 (Musa Songur, B. No: 2021/26780, 14/2/2024)

2.4.6) Taraflardan Biri Lehine Olan Karinelere Dayanılarak Karar Verilmesi

Yargılamada idare tarafından düzenlenen belgelerin içeriğinin gerçekliği karinesinin, yargılamanın sonucunu belirleyici hale gelmesi, bireyi devlete karşı dezavantajlı bir konuma sokarak silahların eşitliği ilkesini zedeleyebilir. Ayrıca, suç isnadı söz konusu olduğunda bu durum, masumiyet karinesini ihlal edebilir. Karinelerin, kişiyi otomatik olarak suçlu hâline getirmemesi ve savunma imkânlarının sağlanması gerekir. Suç isnadı içeren karinenin aksinin, başvurucu tarafından ispat edilebilmesi ve hâkimin de bu iddiaları dikkate alarak karar vermesi gerekir.

Kamu görevlileri tarafından düzenlenen tutanaklarla delillendirilen suç isnadında, yargı mercilerinin, tutanağın güvenilirliği ve özgünlüğü hakkında sanığın ileri sürdüğü argümanları tarafsız ve nesnel bir biçimde değerlendirmeleri beklenir. Ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla, kamu görevlilerinin düzenlediği tutanakların aksinin ispatında delil sınırlaması olamaz. Sanık, delil sunma konusunda tam bir serbestiye sahip olmalıdır. Aksi durumda, sanığın masumiyet karinesine aykırı hareket edilmiş olur.

İlgili Kararlar

♦ (Gurbet Çoban, B. No: 2019/38857, 17/11/2021)
♦ (Fatih Ertan, B. No: 2020/23006, 15/3/2023) 

2.4.7) Kanun Yollarına Başvuru Yapıldığının Bildirilmesi/İlgili Dilekçelerin Tebliği

Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların tüm aşamalarında, usul kuralları dâhil olmak üzere silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin güvence altına alınması, adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın gereğidir. Tarafların eşit şartlarda yargılamaya katılımı sağlanmalı, gösterdikleri kanıtlar ve sundukları görüşlerden haberdar olmaları, bunlarla ilgili görüşlerini bildirebilme imkânı verilmelidir. Bireylerin aleyhlerine başlatılan dava süreçlerinden haberdar edilmesi ve ilgili dilekçelerin kendilerine tebliğ edilmesi, karşı savunma yapabilme ve iddia ve görüşlerini dile getirebilme imkânının korunması açısından büyük önem taşır.

İlgili Kararlar

♦ (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014) 
♦ (Hacı Karabulut, B. No: 2017/14871, 9/10/2019)
♦ (Ali Bacacı, B. No: 2016/64727, 10/6/2020)

2.4.8) İdarenin Cevap Dilekçesinin ve Eklerinin Tebliğ Edilmemesi

Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, her iki tarafa da gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı sunar. Bu ilke, tarafların usul hakları bakımından eşit koşullarda olmasını, hiçbir tarafın diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeden iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirebilmelerini sağlar.

Hakkaniyete uygun bir yargılama için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri doğrultusunda taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme fırsatının verilmesi gereklidir. Delillerin dengesizliği veya hakkaniyetsizlik iddiaları yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmelidir. Ancak, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında görevi, somut olayın usul kurallarına uygunluğunu denetlemek değil, adil yargılanma hakkı kapsamında güvencelerin ihlal edilip edilmediğini denetlemektir.

Mahkemeye sunulan ve karar için dayanak alınan idarelerin sunduğu bilgi ve belgeler, tarafın başarı şansını zedeleyici nitelikte ise ve taraf bu bilgilere yanıt verme imkânından yoksun bırakılmışsa, silahların eşitliği ilkesine aykırılık teşkil eder.

İlgili Kararlar

♦ (Targan Tolga Yungul, B. No: 2013/1386, 16/4/2015)

2.5) Masumiyet Karinesi

2.5.1) Aksi İspat Edilemeyecek Karineye Dayanılarak Başka Bir Eylem ile Başvurucu Arasında Bağ Kurulması

Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinde belirtilen ve iddia edenin iddiasını ispat yükümlülüğüne sahip olduğu kuralı ile bağlantılıdır. Suçun kanıtlanması yükü genellikle iddia eden tarafın üzerindedir. Ancak, bazı durumlarda savunmanın oluşturulabilmesi için ispat yükü sanığa devredilebilir, bu da masumiyet karinesine aykırılık oluşturmaz. Bununla birlikte, suç isnadını içeren karinenin aksinin sanık tarafından ispat edilebilmesi, hâkimin de bu yönde ileri sürülen iddiaları inceleyip kararını buna göre verebilmesi gereklidir. Kişinin otomatik olarak suçlu kabul edilmesi, masumiyet karinesini ihlal eder. Karineler, kişinin suçlu sayılmasına neden olmamalıdır ve suç isnadı altındaki kişi savunma hakkından yararlanmalıdır.

İdari yaptırımlarda ise masumiyet karinesinin ispata ilişkin standardı, adli suçlara kıyasla daha düşük olabilir. Çünkü idare, adli soruşturmalarda olduğu gibi üstün kamusal yetkilere sahip değildir. Bu tür uyuşmazlıklarda idare ile kişi arasındaki ispat imkânı genellikle eşit düzeydedir. Ancak, Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin verdiği kararları maddi vakıa ve hukuki açıdan inceleme yetkisine sahip değildir. Anayasa Mahkemesi, yalnızca masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin ihlal edilip edilmediğini denetler.

İlgili Kararlar

♦ (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905, 19/4/2017)
♦ (Mehmet Güzeloglu (2), B. No: 2014/12757, 7/6/2017)
♦ (Taner Koyuncu, B. No: 2015/11678, 24/5/2018)

2.5.2) Ceza Davası Devam Ederken Diğer Kamu Makamlarının Masumiyet Karinesini İhlali

Ceza muhakemesi süreci ve suç isnadının ardından, kişinin masumiyet karinesine ilişkin güvencelerin korunması büyük önem taşır. Ceza yargılaması sırasında kişinin suçlu olduğu yönünde herhangi bir karar verilmeden, kamu makamlarının herhangi bir işlem ya da kararında kullandıkları dil veya gerekçeler, bireye cezai sorumluluk yüklememelidir. Bu, kişilerin suçlu sayılmadığı bir süreçte, masumiyet karinesine saygı gösterilmesini sağlar ve ceza mahkemesinin henüz suçlu olmadığı bir kişiye yönelik kararlarında masumiyet karinesini ihlal etmemesi gerekmektedir.

Öte yandan, ceza yargılamasında elde edilen delillerin ya da ceza yargılamasında yapılan değerlendirmelerin, başka kamu makamları (idari veya adli makamlar) tarafından dikkate alınması, masumiyet karinesine aykırı değildir. Hukuk yargılamalarında, ceza yargılamasına dayanan delillere atıfta bulunulması veya ceza yargılamasındaki bir olgunun referans gösterilmesi, tek başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Ancak, adli ve idari makamların kendi görev alanlarının ötesine geçerek, kişiyi suçlu ilan etmeleri veya suçlu olduğu çıkarımlarında bulunmaları, masumiyet karinesine aykırı olur ve bu durumda bir ihlal söz konusu olabilir.

Masumiyet karinesinin korunup korunmadığının değerlendirilmesinde, ilgili kararların gerekçeleri dikkate alınarak, bir bütün olarak incelenmesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Yıldırım Güvenç, B. No: 2017/32945, 11/2/2021)
♦ (Cemil Turhan, B. No: 2017/34192, 2/11/2023)

2.6) Makul Sürede Yargılanma Hakkı

Ceza Davasında Makul Sürenin Aşılması

Makul sürede yargılanma hakkı, tarafların uzun süren bir yargılama süreci nedeniyle maddi ve manevi olarak uğrayacakları olumsuz etkilerden korunmasını, adaletin zamanında ve etkili bir şekilde sağlanmasını, aynı zamanda hukuk sistemine olan güvenin korunmasını amaçlar. Hukuki uyuşmazlıkların çözümüne yönelik yargılamada gerekli özenin gösterilmesi, sürecin her aşamasında dikkate alınmalıdır. Yargılamanın süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesi, her başvuru için ayrı ayrı yapılmalıdır.

Ceza yargılamasının süresi belirlenirken, yargılama sürecinin başlangıcı, suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından kişiye bildirildiği tarih ya da suç isnadının başladığı arama, gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı tarih olarak kabul edilir. Sürecin sona erdiği tarih ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Yargılaması devam eden davalar için, Anayasa Mahkemesi’nin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline dair verdiği karar, sürecin sonlanması olarak kabul edilir.

Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, yargılamanın karmaşıklığı, yargılama sürecinin kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların süreçteki tutumu ve başvurucunun yargılamanın hızlı bir şekilde sonuçlandırılmasındaki menfaati gibi faktörler göz önünde bulundurulur.

İlgili Kararlar
♦ (İsmet İnanç ve diğerleri, B. No: 2020/25845, 31/12/2020)
♦ (Şeyhmus Kılıç ve diğerleri, B. No: 2018/25154, 29/6/2021)
♦ (Ali Karaman, B. No: 2021/42859, 4/7/2022)

2.7) Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı

2.7.1) Hukuka Aykırı Elde Edilen Delillerin Hükme Esas Alınması

Ceza yargılamasında delil elde etme yöntemi hukuka uygun olmalıdır. Anayasa’nın 38. maddesi, kanuna aykırı elde edilen delillerin kabul edilmemesini öngörür. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delil değerlendirmesine bariz takdir hatası veya keyfilik durumları dışında müdahale etmez, ancak hukuka aykırı delillerin belirleyici bir rol oynayıp oynamadığını inceler.

Hukuka aykırı deliller, yargılamanın hakkaniyetini bozar. Bu delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusunda şüphe doğarsa, başvuruculara itiraz etme hakkı tanınmalıdır. Anayasa Mahkemesi, delillere yönelik itiraz hakkının verilmesi, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilmesi gerektiğini denetler.

İlgili Kararlar
♦ (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018)
♦ (Binnaz Demirbaş ve Haydar Ceylan, B. No: 2014/13419, 7/3/2018)
♦ (Fadime Kolutek ve diğerleri [GK], B. No: 2017/25008, 31/1/2024)

2.7.2) Yargılamada Lehe Vekâlet Ücretine Hükmedilmemesi (Açık ve bariz takdir hatası)

Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Ancak derece mahkemeleri bariz bir takdir hatası veya açık keyfilik yapmışsa ve bu durum hak ihlali oluşturuyorsa, Anayasa Mahkemesi müdahale edebilir. Örneğin, yasal düzenlemelere ve Yargıtay içtihadına rağmen vekâlet ücretinin ödenmemesi, adil yargılanma hakkının ihlali sayılır.

İlgili Kararlar

♦ (Burak Günay, B. No: 2013/6217, 26/2/2015)
♦ (Burak Günay (2), B. No: 2013/6218, 10/6/2015)
♦ (Şeref Yıldız ve Burak Günay, B. No: 2013/6216, 6/1/2016) 

2.7.3) Anayasa Mahkemesi İhlal Kararının İcra Edilmemesi

Anayasa Mahkemesi tarafından bir temel hak ihlali tespit edilip karar verildikten sonra, bu kararın gereğinin yerine getirilmesi zorunludur. İhlalin devam etmemesi için ilgili mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uygun şekilde ihlalin sonuçlarını gidermek için gerekli işlemleri gerçekleştirmelidir.

Eğer ihlal, usul hatalarından kaynaklanıyorsa, bu hataların da giderilmesi gerekir. Ancak ihlalin düzeltilmesi için her durumda duruşma yapılması gerekmez; dosya üzerinden de düzenleme yapılabilir. Önemli olan, ihlalin niteliğine göre uygun yöntemle bu düzeltmenin sağlanmasıdır.

İlgili Kararlar
♦ (Cevdet Ayaz ve diğerleri (2), B. No: 2020/27919, 30/3/2022) (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (İbrahim Er ve diğerleri [GK], B. No: 2019/33281, 26/1/2023) 
♦ (Delil İldan (2), B. No: 2020/6636, 16/11/2023)  

2.7.4) AİHM Kararlarının Uygulanmaması

AİHM tarafından verilen ihlal kararları sonrası, ilgili yargı mercileri, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır.

Anayasa’da güvence altına alınan temel hakların ihlaline ilişkin başvurular, Anayasa Mahkemesinin yetki alanına girer. AİHM’in kararları, bu hakların etkili bir şekilde korunmasını amaçlayan Anayasa’nın hedefleriyle uyumlu olmalıdır. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarının gerekliliklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemelidir. Ancak bu denetim, olayları yeniden değerlendirmek değil, sadece AİHM kararının uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmekle sınırlıdır.

İlgili Kararlar
♦ (Özgür Uyanık, B. No: 2020/9524, 15/6/2022)   (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (İnanç Yamaç, B. No: 2020/26067, 16/6/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)
♦ (İsa Kaya, B. No: 2020/13050, 16/6/2022)  (Müdafi yardımından yararlanma hakkı)

2.7.5) Mahkûmiyet Hükmüne Esas Alınan Tanıkların Beyanlarının Tanıkların Dinlendiği Celselere Katılmayan Mahkeme Heyetince Gözleme Dayalı Şekilde Değerlendirilmesi

Sözlülük ilkesi, ceza muhakemesinde doğrudan doğruyalık ilkesine sıkı sıkıya bağlı olup, duruşmalarda sözlü olarak sunulan delillerin hâkim tarafından gözlemlenmesini ve değerlendirilmesini sağlar. Bu, hâkimin adil bir karar verebilmesi için önemlidir, çünkü tanıkların tavırları ve ifadeleri, güvenilirliklerini belirlemek için kritik rol oynar.

Doğrudan doğruyalık ilkesi ise, hâkimin bir davada karar verirken yalnızca duruşmada sunulan ve doğrudan gözlemleyebildiği delillere dayanması gerektiğini ifade eder. Bu ilke, hakimin olayları doğrudan dinleyerek ve gözlemleyerek, araya hiçbir aracı katmaksızın, deliller hakkında bilgi sahibi olmasını zorunlu kılar. Özellikle tanık beyanları söz konusu olduğunda, hakimin tanığın ifadesini duruşmada dinlemesi, tavırlarını gözlemlemesi ve güvenilirliğini değerlendirmesi gereklidir.

Ancak, doğrudan doğruyalık mutlak bir ilke değildir. Hakim değişikliği gibi zorunlu durumlarda, telafi edici güvence ve süreçler devreye girebilir. Örneğin, tanıkların yeniden dinlenmesi veya önceki beyanların tutanaklar üzerinden değerlendirilmesi, mümkündür.

Bu ilkeler gereğince, mahkûmiyet hükmüne esas teşkil eden tanıkların dinlendiği celselere katılmayan mahkeme heyetinin, izlenimlerini sadece tutanakları okuyarak elde etmesi ve buna göre karar verilmesi söz konusu olduğu durumda, bu husus doğrudan doğruyalık ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

♦ (Erdal Sonduk [GK], B. No: 2020/23093, 15/2/2024)

2.8) Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı

2.8.1) Görevli Olmayan Mahkemece Yargılanma/Kanuni Hâkim İlkesinin İhlali

2.8.1.1) Kanuni Hâkim Güvencesinin Anlamı

Türk Anayasası’nın 37. maddesinde yer alan kanuni hâkim güvencesi, bireylerin, ancak yasal olarak kurulmuş bir mahkeme tarafından ve yine yasa ile belirlenmiş usuller çerçevesinde yargılanabileceğini ifade eder. Bu ilke, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel taşlarından biridir.

Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesiyle paralellik gösterir ve herkesin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkı olduğunu vurgular.

2.8.1.2) Doğal Hâkim İlkesi ile Bağlantısı

Kanuni hâkim güvencesi, yargılamayı gerçekleştirecek mahkemenin olaydan önce kurulmuş ve görevli olduğunun önceden belli olmasını şart koşar. Bu bağlamda, kişi hakkında hangi mahkemenin karar vereceği daha baştan bilinmeli; sonradan özel bir mahkeme kurulup yargılama yapılamamalıdır. Bu yaklaşım, hukuk literatüründe “doğal hâkim ilkesi” olarak bilinir ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir yansımasıdır.

2.8.1.3) Anayasa Mahkemesi’nin Yaklaşımı

Anayasa Mahkemesi birçok kararında bu güvencenin önemine dikkat çekmiştir. Özellikle 2015 yılında alınan bazı kararlar, bu ilkenin nasıl ihlal edilebildiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

İlgili Kararlar

♦ (Mehmet Çelik (2), B. No: 2015/889, 17/11/2016)
♦ (Ahmet Zeki Üçok (2), B. No: 2015/6777, 7/12/2016)

2.8.2) Birden Fazla Derecede Yargılamaya İştirak Eden Hâkim Kararının Tarafsızlığı

Anayasa’nın 36. maddesi doğrudan mahkemelerin tarafsızlığından söz etmese de, Anayasa Mahkemesi kararlarında tarafsızlık, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Mahkemelerin hem bağımsız hem de tarafsız olması gerektiği yönündeki anlayış, Anayasa’nın 138., 139. ve 140. maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha net anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, yargı organlarının yapısına ve işleyişine ilişkin düzenlemelerin, dışarıdan bakıldığında taraflılık izlenimi yaratmaması büyük önem taşır.

Zira kurumsal tarafsızlık, yargının bağımsızlığı ile doğrudan bağlantılıdır. Mahkemelerin, yargılamaya katılan kişilerde meşru bir kaygı oluşturmadan güven verici bir yapıda olması gerekir. Anayasa Mahkemesi, adil yargılanma güvencelerinin yalnızca ilk derece yargılamaları için değil, aynı zamanda istinaf ve temyiz gibi kanun yolları aşamasında da geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle, ilk derece mahkemesinde görev yapan hâkimin aynı dosyaya kanun yolu incelemesinde de katılması durumunda tarafsızlık ilkesine zarar gelmemesi için özellikle bu hâkimin etkisinin sınırlı olduğu, kurul hâlindeki yapıda karar alma sürecine yön verip vermediği gibi faktörlerin dikkate alınması gerekir. Her somut olayın kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğinden, tek başına aynı hâkimin farklı yargılama aşamalarında bulunması, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyebilir.

İlgili Kararlar

♦ (Serkan Şeker, B. No: 2017/15118, 2/6/2020)

2.9) Duruşmada Hazır Bulunma Hakkı

Sanığın Delillerin Tartışıldığı Duruşmalara Etkili Katılımının Sağlanması (Video konferans Bağlantısıyla Duruşma)

Sanığın duruşmada bizzat hazır bulunma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer alan adil yargılanma hakkının temel unsurlarındandır. Bu hak, yalnızca sanığın kendini savunmasını değil, aynı zamanda yargılamanın hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesini sağlar. Sanığın duruşmada fiziksel olarak bulunması, savunma hakkının doğrudan kullanımı açısından büyük önem taşır. Delillerin tartışıldığı, tanıkların dinlendiği kritik aşamalarda sanığın mahkeme huzurunda bulunması, kararın doğruluğu ve güvenilirliği açısından gereklidir.

Duruşmada hazır bulunma hakkı, tanık sorgulama ve tercüman yardımı gibi diğer savunma haklarıyla da yakından ilişkilidir. Uzaktan bağlantı sistemleri, örneğin SEGBİS gibi teknolojik çözümler her ne kadar bazı durumlarda pratiklik sağlasa da, fiziki katılımın yerine geçemez. SEGBİS ancak istisnai durumlarda ve kanunun öngördüğü şartlar altında kullanılmalıdır. Mahkemelerin, sanığın neden duruşmaya doğrudan katılamadığını ve uzaktan katılımın neden yeterli sayıldığını açıkça gerekçelendirmesi gerekir.

Bu noktada ölçülülük ve orantılılık ilkeleri devreye girer. Sanığın duruşmada bulunamaması, onun dava sürecine etkin katılımını engellememeli; karşı tarafın iddialarına yanıt verme, tanıklara soru sorma ve savunmasını doğrudan iletme imkânı sunmalıdır. Aksi hâlde, yargılamanın bütünlüğü ve adil yargılanma hakkı zedelenmiş olur. Bu nedenle SEGBİS uygulamasının her somut olayda dikkatli ve titiz bir şekilde değerlendirilmesi, kişinin duruşmaya bizzat katılma hakkının gereksiz yere sınırlandırılmaması büyük önem taşır.

İlgili Kararlar

♦ (Mehmet Ergün [GK], B. No: 2019/34180, 25/7/2023)
♦ 
(Atilla Darendeli [GK], B. No: 2021/3006, 28/3/2024)
♦ (Burhan Kaya, B. No: 2021/36153, 18/7/2024)

2.10) Savunma İçin Gerekli Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkı

2.10.1) Savunma İçin Gerekli Kolaylıkların Tanınması

Ceza yargılamasında sanığın savunma hakkı, adil yargılanmanın temel unsurlarından biridir ve demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez bir güvencesidir. Savunma hakkı etkin bir şekilde tanınmadan gerçekleştirilen bir yargılama süreci, adil yargılanma ilkesine ve Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan masumiyet karinesine aykırıdır. Bu nedenle suç isnadı altındaki kişilere yalnızca şekli değil, gerçek anlamda bir savunma olanağı sunulmalıdır.

Etkin bir savunma için, şüpheli ya da sanığa iddialara karşı hazırlık yapabilmesi adına yeterli süre ve imkân tanınmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde değerlendirildiğinde, bu süre ve kolaylıkların yeterli olup olmadığı, her somut olayda yargılamanın bütünü dikkate alınarak belirlenmelidir.

Burada “gerekli zaman”, kişinin hakkındaki suçlamaları öğrenmesini takiben savunmasını hazırlaması için ihtiyaç duyduğu süredir. Bu sürenin yeterliliği ise yalnızca takvim günleriyle değil, yargılamanın niteliği, delillerin kapsamı ve savunmanın hazırlık düzeyiyle birlikte ele alınmalıdır.

“Yeterli kolaylık” kavramı ise, savunmanın etkinliğini sağlayacak her türlü imkânın sanığa sunulmasını ifade eder. Bu, yalnızca avukata erişim değil; aynı zamanda dava dosyasına ulaşım, delillere karşı görüş bildirme ve savunma stratejisini oluşturacak şartların sağlanması gibi unsurları da kapsar. Nihayetinde bu haklar, savunma ile iddia makamı arasında “silahların eşitliği” ilkesinin somutlaşmasını sağlar.

İlgili Kararlar

♦ (Yıldıray Özbey ve diğerleri, B. No: 2014/18932, 8/9/2015)  
♦ (Ufuk Rifat Çobanoğlu, B. No: 2014/6971, 1/2/2017)
♦ (Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017)  

2.10.2) Sanığın Savunması Alınmadan Hakkında Mahkûmiyet Kararı Verilmesi

Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes, iddia ve savunma hakkı ile birlikte adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu maddenin, iddia ve savunma hakkını ayrı ayrı vurgulaması, tarafların yargılama sürecinde görüş ve taleplerini doğrudan mahkeme önünde dile getirebilmesini zorunlu kılar. Benzer biçimde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de, sanığın savunmasını hazırlayabilmesi için gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması gerektiği açıkça belirtilmiştir.

Savunma için gerekli kolaylıklar, yalnızca teorik bir hak değil; uygulamada somut olarak karşılanması gereken bir yükümlülüktür. Bu kolaylıklar, şüpheli ya da sanığın kendisini etkili biçimde savunabilmesi adına zorunlu olan imkânlardır. Örneğin, beraatine ya da cezanın hafifletilmesine katkı sağlayabilecek belgeler ve delillere erişim hakkı, müdafii ile görüşme imkânı, gerekçeli kararın taraflara tebliği gibi uygulamalar bu kapsamda değerlendirilir.

Savunma hakkının gerçek anlamda kullanılabilmesi için, kişiye hakkındaki suçlamalar zamanında bildirilmelidir. Ayrıca duruşma gününden haberdar edilmesi ve yargılamaya esaslı etkisi olan değişikliklerden bilgi sahibi olması da güvence altına alınmalıdır. Tüm bu şartlara rağmen bir kişinin yargılama sürecinde savunması hiç alınmadan hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi, açık bir şekilde adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir.

İlgili Kararlar

♦ (Murat Tezel, B. No: 2017/20307, 13/10/2020)

2.11) Suçlamayı (İsnadı) Öğrenme Hakkı

Sanığın Suçlamadan Haberdar Edilmemesi

Ceza yargılamasının temel güvencelerinden biri, sanığın kendisine yöneltilen suçlamadan zamanında ve yeterli şekilde haberdar edilmesidir. Bir kişinin savunma yapabilmesi için öncelikle neyle suçlandığını açıkça bilmesi gerekir. Bu bağlamda, sanığa yapılan bildirimde sadece suçun adı değil, suçun dayandığı fiilin ne olduğu, nerede ve ne zaman işlendiği gibi somut olaylara da yer verilmelidir. Bu bilgiler isnadın sebebini oluşturur ve savunmanın hazırlanabilmesi için yeterli açıklıkta ve ayrıntıda sunulmalıdır.

Sanığın kendisine yöneltilen isnadın hukuki niteliğini bilmesi de aynı derecede önemlidir. Suçlamanın niteliği, sanığın eyleminin hangi hukuki norma aykırı olduğunun açıklanmasıyla belirlenir. Dolayısıyla, bildirilen suçun sadece maddi yönü değil, hukuki vasfı da açıkça ifade edilmelidir. Ayrıca yargılama sırasında suçun hukuki nitelendirmesinde bir değişiklik olması hâlinde, bu değişiklikten sanığın zamanında haberdar edilmesi gerekir. Aksi halde, savunma hakkı ihlal edilmiş olur.

Sanığın suçlamadan haberdar edilmesi hakkı, savunma için gerekli zaman ve kolaylıkların tanınması hakkı ile doğrudan bağlantılıdır. İddianamenin tebliğ edilmesiyle birlikte, sanığa suçlamaları anlayıp savunmasını hazırlayabileceği yeterli bir süre tanınmalıdır. Aynı şekilde, suçun niteliğinde bir değişiklik yapılacaksa, bu durumda da sanığa yeni duruma uygun şekilde savunma yapabilmesi için ek süre ve imkân sağlanmalıdır.

Ceza muhakemesinde sanığa resmen suç isnadında bulunulan belge iddianamedir. Bu belgenin içeriğinde suçun işlendiği yer, zaman ve fiilin hukuki nitelendirmesi mutlaka yer almalıdır. İddianamenin sanığa tebliğiyle birlikte kişi, kendisine yöneltilen suçlamaları yazılı ve resmî şekilde öğrenmiş sayılır. Ancak iddianamede belirtilen suçlamaların yargılama sürecinde değişikliğe uğraması hâlinde, bu durum da sanığa ayrıca bildirilmelidir. Aksi takdirde sanık, değişen suçlamaya karşı savunma yapma hakkından yoksun kalacaktır.

İlgili Kararlar

♦ (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015)
♦ (Salih Öz, B. No: 2015/13327, 17/7/2018)

2.12) Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi

2.12.1) Yürütme Organının Sınırları Kanunla Belirlenmiş Bir Yetkiye Dayanmaksızın, Düzenleyici İşlemleri ile Suç ve Ceza İhdas Etmesi

Yürütme Organının Sınırları ve Suç ve Ceza İhdası

Kamu otoritesinin ve bunun sonucu olarak ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının engellenmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkündür. Bu bağlamda, yasama, yürütme ve yargı organlarının, suç ve cezalara ilişkin düzenlemelerin sınırlarını belirleyecek şekilde hareket etmeleri gerektiği vurgulanmalıdır. Yasama organı, suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarını belirleyip, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemlerle suç ve ceza ihdas etmemesi gerekmektedir. Aynı şekilde, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organı da, kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemelidir.

Hukuki Güvenlik ve Belirlilik İlkeleri

Hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını gerektirir. Bireylerin eylem ve işlemlerinde devlete güven duymaları ve devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınması gerekir. Belirlilik ilkesi ise, yasal düzenlemelerin kişilere ve idareye yönelik açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını ve kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlemler içermesini ifade eder. Bu ilkeler gereği, kanun metni, bireylerin hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın bağlanacağı konusunda belli bir açıklık ve kesinlikte kaleme alınmalı, böylece hukuki sonuçlar öngörülebilir olmalıdır.

Kanuniliğin Önemi ve Kıyas Yolu ile Suç ve Ceza İhdası

Kanuniliği ilkesinin temel amacı, keyfî kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceler sağlamaktır. Suç ve cezaların kanunla belirlenmesi, hukuk devletinin en önemli güvencelerindendir. Kanunilik ilkesine aykırı olarak, suç sayılmayan bir eylemin kıyas yolu ile genişletilmesi, kişilerin aleyhine yorumlanması hukuka aykırı olacaktır. Bu ilke, yalnızca suçların tanımında değil, cezaların uygulanmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Kanunun verdiği yetkiler çerçevesinde ve belirli sınırlar içinde hareket edilmesi, hukuk devletinin ve adaletin teminatıdır.

İlgili Kararlar

♦ (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014)
♦ (Cem Burak Karataş [GK], B. No: 2014/19152, 18/10/2017)
♦ (Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020)

2.12.2) Kanunda Bulunmayan Bir Suçtan Ceza Verilmesi

Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi

Anayasa’nın 38. maddesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesini güvence altına alır. Bu ilkeye göre, hangi eylemlerin yasak olduğu ve bu yasak eylemler için verilecek cezaların, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanunda açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belirli olması, kanunun öngörülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir.

Bu ilke, sadece suçlar için değil, kabahatler için de geçerli kabul edilmektedir. Kabahatler, suçlar kadar katı değerlendirilmemekle birlikte, yine de bu ilkenin genel çerçevesine dahil edilir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amacıyla, bireylerin yasak eylemleri önceden bilmesi gerektiği düşüncesiyle hareket edilmiştir.

Kanunilik İlkesi ve Kamu Otoritesi

Kamu otoritesinin, ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasını engellemek için kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Bu bağlamda, yasama, yürütme ve yargı erklerinin, suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarını belirgin bir şekilde çizmesi gerekir. Yürütme organı, yalnızca kanunla belirlenmiş yetkilere dayanarak suç ve ceza düzenlemeleri yapabilir, dolayısıyla düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza ihdas etmemelidir. Ayrıca, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organı da kanunlarla belirlenmiş suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletememelidir.

Bu doğrultuda, suç ve cezaların kanunda net bir şekilde belirtilmesi, keyfi uygulamalara karşı bireyleri koruma ve hukuk devletinin sağlanması açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu ilke, aynı zamanda hukukun üstünlüğü ve adaletin teminatıdır.

İlgili Kararlar

♦ (Mehmet Güzeloglu, B. No: 2014/3134, 7/5/2015)
♦ (Cem Burak Karataş [GK], B. No: 2014/19152, 18/10/2017)
♦ (Murat Ünal, B. No: 2015/226, 12/12/2018)

2.12.3) Yürürlükte Olmayan Kanun Hükmüne Dayanarak Ceza Verme

Anayasa’nın 38. maddesi, suç ve cezaların kanuniliği ilkesini güvence altına alır. Bu ilkeye göre, bir kişi ancak kanunla belirlenen suçlardan dolayı cezalandırılabilir. Yürürlükte olmayan bir kanun hükmüne dayanarak ceza verilmesi, suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal eder. Bu durum, keyfi kovuşturmalara yol açar ve bireylerin hukuki güvenliğini zedeler. Kanun, yalnızca geçerli olduğu dönemdeki eylemleri kapsar, bu nedenle yürürlükte olmayan bir kanunla ceza tayin edilmesi mümkün değildir.

İlgili Kararlar

♦ (Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014)
♦ (Samet Öztürk, B. No: 2014/20188, 6/12/2017)
♦ (Bereket Emeklilik ve Hayat A.Ş., B. No: 2015/3116, 27/6/2018)

2.12.4) Yargı Kararında Lehe Kanun Hükümlerinin Dikkate Alınmaması

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre, suçun işlendiği zaman yürürlükteki kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunlar farklıysa, failin lehine olan kanun uygulanır. Bu ilkeye göre, sonradan yürürlüğe giren bir kanun, suçun unsurlarında veya cezalandırma şartlarında değişiklik yaparsa, bu değişiklik geçmişte işlenen suçlara da uygulanmalıdır. Hem kesinleşmiş hem de infazı henüz tamamlanmamış mahkûmiyetlerde lehe kanun uygulanır.

Ayrıca, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesi gereği, Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin hükümleri kabahatler için de geçerli olup, kabahatle ilgili lehe kanun değişiklikleri de geriye doğru uygulanmalıdır.

İlgili Kararlar

♦ (Şahin İnşaat Taşımacılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti., B. No: 2015/15723, 19/4/2018)

2.12.5) Suç Kapsamının Sanığın Aleyhine Olarak Genişletici Yorumlanması

Anayasa’nın 38. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen kanunilik ilkesi, yasaklanan eylemler ve bu eylemlerle ilgili cezaların açık ve net bir şekilde kanunda belirtilmesini zorunlu kılar. Bu ilke, kişilerin yasak eylemleri önceden bilmesini sağlayarak temel hak ve özgürlükleri güvence altına almayı amaçlar.

Kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanması, ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuki olmayan amaçlarla kullanılmasını engeller. Yargı organları, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine uygun olarak, yorumlarında öngörülebilirliği sağlamalıdır. Yargılama sırasında, özellikle suçun oluşup oluşmadığını değerlendirirken ve ceza tayin ederken, bu ilkenin ihlali söz konusu olmamalıdır.

2.12.6) İlgili Kanundaki Koşullu Salıverme Hükümlerini Uygulanmasında Terör Suçlusu Kapsamının Mahkemelerce Öngörülemez Şekilde Yorumlanması

Koşullu salıverme hükümlerinin terör suçluları açısından uygulanmasına ilişkin yargısal yorumlar, Anayasa’nın 38. maddesindeki suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olabilir. Mahkemeler, koşullu salıvermenin uygulanıp uygulanmayacağına dair yorumlarını belirlerken, terör suçlusu olma kavramını yanlış yorumlayabilir ve bunu aşırı genişletebilir. Özellikle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “terör suçlusu” tanımının, örgüt tanımına dayandığı, ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenlemeye göre değişmiş olduğu unutulmamalıdır.

Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin Yunis Karataş kararında, mahkemelerce terör suçu işleyen kişinin “terör suçlusu” olarak tanımlanması gerekirken, bu kavramın gereksiz ve aşırı geniş bir şekilde yorumlanması, koşullu salıverme haklarının ihlali anlamına gelir. Bu durum, 5237 sayılı Kanun’daki örgüt tanımının göz ardı edilerek daha katı yorumlara neden olabilmektedir.

Sonuç olarak, koşullu salıvermenin uygulanıp uygulanmaması konusunda yapılan yorumlar, ilgili yasal düzenlemelerle tutarlı olmalı ve kişilere lehe sonuçlar doğuracak şekilde anlaşılır bir şekilde şekillendirilmelidir. Yargı organlarının, bu ilkeyi ihlal etmeyerek, öngörülebilir ve hakkaniyetli bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Yunis Karataş [GK], B. No: 2021/34231, 26/1/2023)

2.12.7) Aleyhe Kanunun Geçmişe Uygulanması

Anayasa’nın 38. maddesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesini güvence altına alırken, aynı zamanda aleyhe kanunun geçmişe uygulanmasını da yasaklamaktadır. Bu kural, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “temel hak ve özgürlükler ancak kanunla sınırlanabilir” ilkesiyle paralel olarak, suç ve ceza konusunda da hukuki belirliliği ve güvenliği sağlamak amacıyla geliştirilmiştir.

Aleyhe kanunun geçmişe uygulanması yasağı, ceza hukuku normlarının zaman bakımından uygulanmasını düzenleyen önemli bir ilkedir. Suç işlendikten sonra yürürlüğe giren kanunların, failin aleyhine olacak şekilde geriye dönük uygulanması yasaktır. Bu, Anayasa’nın cezanın ağırlaştırılmasını engelleyen temel ilkesidir. Hüküm kesinleşmeden önceki ceza muhakemesi sürecinde, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan kanunla birlikte, daha sonra yürürlüğe giren kanunlar da dikkate alınabilir, ancak daha ağır cezalar geçmişe uygulanamaz.

Sonuç olarak, aleyhe kanunların geriye dönük uygulanmaması, kişilerin temel haklarının korunmasını ve hukuki güvenliği sağlamak için kritik bir öneme sahiptir. Bu kural, ceza hukukunun öngörülebilirliğini artırarak keyfî uygulamaların önüne geçer.

İlgili Kararlar

♦ (M.G.B.A.H.T. LTD. ŞTI., B. No: 2021/26923, 6/3/2024)

2.13) Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkı

2.13.1) Gözaltında/Yargılama Esnasında Müdafi Yardımından Yararlanamama

Gözaltında ve yargılama esnasında şüphelinin veya sanığın müdafi (avukat) yardımından yararlanma hakkı, adil yargılanma hakkının temel bileşenlerinden biridir. Bu hak, şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanmalıdır. Bu aşama, suçlamalarla ilgili delillerin toplandığı ve suçun çerçevesinin belirlendiği kritik bir dönemdir. Bu nedenle, şüpheliye müdafi yardımının sağlanması, sadece savunma hakkı değil, aynı zamanda susma ve suçlanmama haklarının etkin korunabilmesi için de gereklidir.

Ancak, müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir ve istisnai durumlarda sınırlanabilir. Zorunlu sebeplerin bulunması hâlinde, avukata erişim hakkı kısıtlanabilir. Fakat, bu kısıtlamaların şüpheli veya sanığın adil yargılanma hakkını ihlal etmemesi gerektiği esastır. Yargılama sürecinin bir bütün olarak ele alındığında, şüphelinin müdafi yardımından etkili bir şekilde yararlandığı takdirde, bu hakkın ihlali söz konusu olmaz.

Gözaltında avukata erişim imkânının sağlanmaması, eğer mevzuata dayalı yerleşik bir uygulama değilse ve bu durumda elde edilen ifadeler mahkûmiyet kararı için esas alınıyorsa, müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali anlamına gelir. Kolluk tarafından alınan beyanların, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmadan ve müdafi yardımı sağlanmadan mahkûmiyet kararı için esas alınmaması gerektiği kabul edilir.

Müdafi yardımının amacı, şüphelinin savunma haklarını etkili bir şekilde kullanmasını güvence altına almaktır. Şüphelinin veya sanığın, iddia makamı karşısında dezavantajlı bir konumda olmadan savunma yapabilmesi, ancak hukuki yardımdan etkin bir biçimde yararlanmasıyla mümkün olacaktır. Bu nedenle, müdafi görevlendirilmesinin yalnızca şeklen değil, somut ve etkili bir şekilde savunma hakkının sağlanmasını temin edecek şekilde yapılması gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014)
♦ (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015)
♦ (Burhanettin Yalçın, B. No: 2013/2578, 8/9/2015)  

2.13.2) Zorunlu Müdafinin Bildirilmemesi Dolayısıyla Savunma Hakkından Mahrum Bırakılma

Zorunlu müdafi atama, ceza muhakemelerinde şüpheli veya sanığın savunma hakkını etkin bir şekilde kullanabilmesini sağlamak için önemlidir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150. maddesi, sanığa müdafi seçme hakkı tanımaktadır ve sanık, eğer mali imkânlardan yoksun olduğunu beyan ederse, kendisine bir müdafi atanması talep edilebilir. Bu düzenleme, sanığın adil yargılanma hakkı kapsamında savunma hakkını güvence altına almak amacıyla yapılmıştır.

Bu maddenin ikinci fıkrasına göre, sanığa isnat edilen suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması hâlinde, sanığın müdafi seçmemiş olması durumunda, sanığın istemi aranmaksızın resen bir müdafi atanır. Bu hüküm, ceza muhakemesinde savunma hakkının korunmasını sağlamak için önemli bir adım olup, her sanığın savunma hakkına sahip olmasını garanti eder.

Müdafi görevlendirilmesinin ardından, sanığın zorunlu müdafisinin görevini yerine getirmemesi veya duruşmaya katılmaması durumunda, 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesi uyarınca mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmalıdır. Ayrıca, sanık veya şüpheliye atanan müdafinin etkin bir hukuki yardımda bulunmaması, görevini yerine getirmemesi gibi durumlarda, adli makamlar gerekli müdahaleleri yaparak savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamalıdır.

Yargıtay, sanığın zorunlu müdafinin atanmasından haberdar edilmemesi durumunda, müdafinin gerçekleştirdiği işlemlerin geçersiz sayılacağına karar vermiştir. Bu durum, sanığın zorunlu müdafinin atandığından haberdar edilmemesi halinde, müdafinin gerçekleştirdiği işlemlerin hukuki sonuç doğurmayacağı anlamına gelir. Eğer sanık zorunlu müdafinin atanmasından haberdar edilmişse ve herhangi bir itirazda bulunmamışsa, müdafi tarafından yapılan işlemler geçerli kabul edilir. Bu, sanığın savunma hakkının ihlal edilmemesi adına önemli bir düzenlemedir.

Sonuç olarak, sanığın müdafi yardımından etkin bir şekilde yararlanabilmesi için, müdafi ataması ve müdafinin etkin şekilde görevini yerine getirmesi kritik öneme sahiptir. Müdafi atanmasından haberdar edilmemek veya müdafinin görevini yerine getirmemesi, sanığın savunma hakkını ihlal edebilir ve bu durumda yargılamanın yeniden değerlendirilmesi gerekebilir.

İlgili Kararlar

♦ (Gürhan Nerse, B. No: 2013/5957, 30/12/2014)
 (Ali Adaçay, B. No: 2014/13081, 22/3/2018)

2.14) Tanık Dinletme ve Sorgulama Hakkı

2.14.1) Mahkûmiyette Tek veya Belirleyici Delilinin Sorgulanamayan Tanık Beyanı Olması

Mahkûmiyette tek veya belirleyici delil olarak sorgulanamayan bir tanığın beyanına dayanılması, sanığın adil yargılanma hakkı açısından ciddi bir sorun teşkil edebilir. Bu durum, özellikle sanığın tanığı sorgulama hakkından mahrum bırakılması hâlinde, savunma hakkını zedeleyebilir ve yargılama sürecinin adil olmasını engelleyebilir.

Tanık beyanları, mahkemelerin olaylara ilişkin karar verirken başvurdukları önemli ispat vasıtalarından biridir. Ancak, adil yargılanma ilkesi gereği, sanığın bu beyanı sorgulama hakkı olması önemlidir. Tanıkların ifadeleri, tarafsızlık ve doğruluk açısından sorgulanmadan kabul edilirse, sanık için savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmaması durumu ortaya çıkabilir. Bu da, ceza muhakemesi sürecinde temel hakların ihlaline yol açar.

Anayasa Mahkemesi, bu konuda verdiği kararlarda, tanık beyanlarının delil olarak kabul edilmesinin yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test önerir:

  1. Tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedene dayanmalıdır: Tanığın duruşmada hazır bulundurulmaması için hukuken geçerli bir sebep olmalıdır. Örneğin, tanığın ölümüne veya başka ciddi bir engellemeye bağlı olarak tanığın mahkemede bulunamaması gibi.
  2. Tanık beyanının mahkûmiyetin tek veya belirleyici delili olup olmadığı değerlendirilmelidir: Eğer tanık beyanı, sanığın mahkûmiyetine neden olan tek delil ise, bu durum sanığın savunma hakkını zedeleyebilir. Tanığın beyanının, mahkûmiyetin temel dayanağı olmaması gerekir.
  3. Yeterli dengeleyici güvenceler sağlanmış olmalıdır: Sorgulanamayan tanığın beyanının kullanılması durumunda, savunma hakkının zedelenmesinin telafi edilmesi için başka güvence mekanizmaları sağlanmalıdır. Bu güvence, örneğin, savunma tarafının tanığın beyanına karşı karşı deliller sunma hakkı, olayın kendi versiyonunu anlatma imkânı gibi unsurlar olabilir. Ayrıca, tanık beyanını destekleyecek başka doğrulayıcı delillerin bulunması, telafi edici bir güvence olarak kabul edilebilir.

Bu test, sanığın savunma hakkını ihlal etmeden, adil bir yargılama yapılmasını sağlamak için gerekli bir denetim mekanizmasıdır. Eğer sanık, sorgulama imkânı tanınmayan bir tanığın beyanı nedeniyle mahkûm olmuşsa, bunun telafi edilmesi için gerekli usul güvencelerinin sağlanması gerekmektedir.

İlgili Kararlar
♦ (Metin Akdemir (2), B. No: 2020/3964, 21/9/2022) 
♦ (Uğurcan Gençay, B. No: 2020/6784, 10/7/2024)
♦ (Burhan Kaya, B. No: 2021/36153, 18/7/2024)  

2.14.2) Mahkûmiyette Tek veya Belirleyici Delilinin Sorgulanamayan Tanık Beyanı Olması (Gizli Tanıklık)

Mahkûmiyette Tek veya Belirleyici Delilinin Sorgulanamayan Tanık Beyanı Olması (Gizli Tanıklık)

Gizli tanık beyanlarına dayanarak verilen mahkûmiyet kararları, sanığın adil yargılanma hakkını ihlal edebilir. Anayasa Mahkemesi’nin kararları doğrultusunda, gizli tanık beyanlarının kullanılması belirli güvencelerle sınırlıdır ve bu güvenceler, savunma hakkını etkili şekilde kullanabilmeyi sağlamalıdır. Gizli tanığın kimliği, sanığın savunma hakkını zedelememek amacıyla yalnızca belirli koşullar altında gizlenebilir.

Bu çerçevede, gizli tanıklığın kullanımıyla ilgili aşağıdaki ilkelere dikkat edilmesi gerekmektedir:

  1. Sanığın Tanığı Sorgulama Hakkı: Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca, sanığın aleyhinde tanık dinlenmesi durumunda bu tanığı aleni duruşmada sorgulama hakkı vardır. Kovuşturma sırasında tanık delili de dahil olmak üzere bütün kanıtlar, sanığın huzurunda tartışılabilir olmalıdır. Ancak gizli tanık durumunda, sanık bu hakkını kullanamayabilir.
  2. Gizli Tanık Kullanımı İçin Haklı Sebepler: Tanığın kimliği, sanıklar veya tanığın yakınları için tehlike oluşturuyorsa, gizlilik talep edilebilir. Özellikle örgütlü suçlarla mücadelede, tanığın güvenliğini sağlamak amacıyla kimliği gizlenebilir. Ancak bu gizlilik, tanığın mahkemeye sunulacak ifadesinin güvenilirliği ve doğruluğu üzerindeki şüpheleri de beraberinde getirebilir.
  3. Gizli Tanık Beyanının Tek veya Belirleyici Delil Olamaz: Mahkûmiyet kararı, yalnızca gizli tanığın ifadesine dayandırılamaz. Tanığın kimliği gizli tutularak alınan ifadeler, mahkûmiyetin tek veya belirleyici dayanağı olamaz. Sanığın savunma hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi için, gizli tanık beyanı diğer doğrulayıcı delillerle desteklenmeli ya da savunma tarafına bu delilin güvenilirliğini sorgulama fırsatı verilmelidir.
  4. Telafi Edici Güvenceler Sağlanmalı: Gizli tanık beyanı kullanılırken, savunma tarafına tanığın güvenilirliğini değerlendirebilmesi için telafi edici güvenceler sunulmalıdır. Bu güvenceler, savunmanın gizli tanık beyanının doğruluğunu ve güvenilirliğini sorgulama fırsatına sahip olmasını sağlamalıdır. Ayrıca, sanığın savunma hakkı kısıtlanmadan, gizli tanığın ifadesinin doğruluğu konusunda güvence altına alınan bir usul izlenmelidir.
  5. Gizli Tanık Beyanının Değerlendirilmesi: Gizli tanık beyanı, mahkûmiyetin temel dayanağı haline gelmeden önce, tanığın beyanının güvenilirliğinin sorgulanabilmesi için uygun bir değerlendirme yapılmalıdır. Mahkûmiyet kararı, gizli tanık beyanı ile desteklenen başka doğrulayıcı delillere dayandırılmalı, sanık ya da müdafii tanığın beyanını sorgulamak için yeterli fırsata sahip olmalıdır. Aksi takdirde, adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

İlgili Kararlar

♦ (Baran Karadağ, B. No: 2014/12906, 7/5/2015)
♦ (Serdar Batur, B. No: 2014/15652, 24/5/2018)  
♦ (Önder Sığırcıkoğlu (2), B. No: 2014/13176, 17/7/2018)  

2.14.3) Savunma Tanıklarının Dinlenmemesi

Yargılama sürecinde, her iki tarafın da delillerini sunma hakkı olduğu gibi, bu delillerin değerlendirilmesinde de eşitlik sağlanmalıdır. Mahkemeler, tarafların gösterdiği delilleri dinleme ve bunları değerlendirme yetkisine sahip olsa da, savunmanın da kendini etkili bir şekilde savunabilmesi için tanıklarını dinleme ve bu tanıkların beyanlarına karşılık verebilmesi gerekmektedir.

Eğer mahkeme, yalnızca iddia makamının sunduğu delillere dayanarak karar verir ve savunma tarafının sunduğu tanıkları dinlemeyi reddederse, bu durum savunma hakkının ciddi şekilde kısıtlanmasına neden olabilir. Tanıkların dinlenmemesi, mahkûmiyet kararına gerekçe gösterilen olguların yalnızca iddia makamının sunduğu delillerle değerlendirilmesi anlamına gelir. Bu, savunmayı ciddi şekilde dezavantajlı bir konuma sokar, çünkü savunma tarafı, aksini ispatlayacak tanıkları dinleme fırsatından mahrum bırakılmış olur.

İlgili Kararlar

♦ (Ahmet Zeki Üçok, B. No: 2013/1966, 25/3/2015)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir